ANASAYFA GÜNDEMSİYASETMANŞET HABEREKONOMİSPORRÖPORTAJLAR YAZARLAR KURULUŞ KÜNYE İLETİŞİM

10.08.2022

TÜRKİYE CUMHURİYETİ VE ATATÜRK RÖNESANSI(6)

Atatürk din konusunda da çok hassastı. Cumhuriyet'in ilan edildiği günlerde Fransız yazar Maurice Pernot'ya verdiği demeçte şunları söylemişti. ‘'Türk ulusu dindar olmalıdır; yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Halbuki Türkiye'ye bağımsızlığını veren  bu Asya ulusunun içinde daha karışık, sun'I , batıl itikatlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller sırası gelince aydınlanacaklardır'' (Turan III- II, 47). 3 Mart 1924'de Hilafet'in ve Şer'iye ve Evkaf Bakanlığı'nın kaldırılması, öğretimin birleştirilmesi , medreselerin, tekke , zaviye ve türbelerin kapatılması, din simgesi sanılan sarık ve fesih'in giyilmesinin yasaklanması , şer'i hükümler yerine Medeni Kanunu'n kabulü bu amaçla yürürlüğe girmişti.

9 Nisan 1928'de Anayasa'da yapılan değişiklikle din ve devlet işlerinin biribirinden ayrılması sağlanıyordu. İsmet İnönü ve 120 arkadaşının verdiği önerge ile bu konu açıkça belirtilmiş ve laikliğin dinsizlik olmadığı üzerinde dikkatle durulmuştu.''Çağdaş uygarlığın kamu hukukunda , ulusal egemenliğin meydana çıkmasına dayanak olacak en gelişmiş devlet şeklinin laik ve demokratik cumhuriyet olduğu kabul edilmiştir…. Din ve devletin ayrılma ilkesi, devletçe ve hükümetçe dinsizliğin desteklendiği anlamını kapsamına almamaktadır. .Din ve devlet işlerinin biribirinden ayrılması, dinlerin devleti idare edenlerle, edeceklerin elinde araç olmaktan kurtuluş güvencesidir.''

CHP'nin parti tüzüğünde de yer alan laiklik ilkesi çok yönlü  ve kapsamlı bir nitelik taşımaktaydı (Turan III – II , 48,49): ‘'1- Laiklik , yalnızca dinsel bir kavram , bir vicdan özgürlüğü diye algılanmamıştır. 2- Laiklik ,salt , din ve devlet işlerinin biribirinden ayrılması demek değildir. 3 – Dinsel eylemlerle birlikte ,dinsel düşünceleri de hem dünya işlerinden , hem de siyasetten ayırmak demektir. Bu nedenle din ve devlet işlerini ayrı tutuyorum deyip, ele Kuran alarak meydanlara çıkmak, öğrenme ya da ibadet dışında, güncel sorunlar için ayet ve hadis okuyup yorumlar yapmak, ya da ‘'dinin emrinde siyaset ‘' istemek, laiklik ile bağdaşmayan davranışlardır. Dini siyasete araç etmektir. 4 – Laiklik , devlet yönetiminde yasaların, her türlü düzenlemelerin ve uygulanacak yöntemlerin , dinsel kurallara göre değil de , 2.no'nın  gözetilerek saptanmasını gerektirir. Bilimin ve teknolojinin verilerine uygun olması, dünya, dolayısıyla  de Türk toplumunun gereksinmelerini karşılayacak nitelikte olmasıdır.''

Kuran'ın basımı ve Türkçeye çevrilmesi önemli bir konu olarak , bundan sonra ortaya çıktı. O güne kadar Kuran'ın Türkçe'ye çevrilmesi , onun ancak Allah'ın diliyle – indirildiği dilde – olması gerektiği düşüncesiyle engellenmişti. Osmanlı İmparatorluğu'nda  ve başka  İslam devletlerinde yapılan çeviriler matbaa olmadığı için yaygınlaşmamıştı. 1727'de ilk Türk matbaasını açan İbrahim Müteferrika'ya verilen izinde yalnız Kuran değil , bütün dinsel içerikli kitapların basımı yasaklanmıştı. 1803'de din kitapları üzerindeki yasak kaldırılmış , Kuran üzerindeki sürmüştür.1874'de ancak Kuran'ın basımına izin çıkmıştır. O da Arapça olması koşuluyla..

Atatürk ‘'Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran Türkçe olmalıdır.Türk, Kuran'ın arkasından koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor. Benim maksadım , arkasından koştuğu kitapta ne olduğunu Türk anlasın.''diyordu.

Oluşturulan bir kurul tarafından Türkçeleştirilen Kuran'ın Yasin süresi , ilk kez 22 Ocak 1932 Cuma günü Yerebatan Camiinde düzenlenen mevlitte okunmuştur. Türkçe Kuran'ın tamamı 30 Ocak 1932'de Kadir gecesi Ayasofya Camiinde okundu ve radyodan da yayınlandı.

Protestanlığın kurucusu olduğu Marten Luther Almanya'da İncil'i önce Almanca'ya çevirmişti , sonra matbaa icad edilmiş olduğundan, çok miktarda İncil'in basımı sağlanmıştı. Böylece Alman halkı o güne kadar Latince olduğundan pek anlayamadığı din kitabını kolaylıkla öğrenme olanağına kavuşmuştu.

16 Mart 1923'te Adana Türkocağındaki konuşmasında Atatürk şöyle diyordu: ‘'Tarihimizi okuyunuz., dinleyiniz. Görürsünüz ki ulusu mahveden , esir eden , harap eden fenalıklar hep din kisvesi altında küfür ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Oysa elhamdülillah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın  , babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile , bize dinimizin esaslarını anlatmaya yeterlidir. (Turan III – II,56)

Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın  sürdüğü dönemde gerçek kurtuluşun laik ve çağdaş bir toplum yaratmakla olacağını , bunun da ancak eğitim ve öğretimle gerçekleşebileceğine inanıyordu. Bu amaçla  16 Temmuz 1921'de Ankara ‘da Maarif Kongresi toplandı. Atatürk bu kongrede yaptığı konuşmada şunu söylüyordu: ‘'Şimdiye kadar izlenen öğretim ve eğitim yöntemlerinin ulusumuzun tarihinde en önemli bir etken olduğu kanısındayım. Onun için , bir ulusal eğitim izlencesinden söz ederken, eski dönemin boş inanlardan  ve yaratılıştaki niteliklerimizle hiç de ilgisi olmayan  düşüncelerden , Batıdan ve Doğudan gelen bütün etkilerden tümüyle uzak , ulusal özyapı ve tarihimize uygun bir kültür anlatmak istiyorum'' (Turan III- II,64)

Atatürk'e göre , 1 Mart 1922'de TBMM'nin yeni çalışma döneminin açılış konuşmasında belirttiği gibi, yüzyıllardır cahil kalmış köylülere okuma yazma öğretmek, vatanını , ulusunu, dinini ve dünyayı tanıtacak kadar coğrafya, tarih, din ve ahlak bilgisi vermek ve dört aritmetik işlemini öğretmek ,  ulusal eğitim programının öncelikli amacı olmalıydı. Ülkede cehaleti tümüyle yok etmek ana hedefti. Ulusal eğitim temeldi. Bu nedenle onun araçlarını da , dilini ve  yöntemini de ulusal yapmak gerekliydi.

1924 Eylül'ündeki Samsun konuşmasında laik bir eğitim üzerinde dururken ‘' Dünyada her şey için , yaşam için, başarı için, en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir – Hayatta en hakiki mürşit ilimdir - '' diyordu. .

‘'Ben manevi miras olarak hiç bir ayet, hiç bir dogma, hiç bir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır'' diyordu. ‘'Benim  Türk ulusu için yapmak istediklerim  ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyecekler bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.''

Atatürk 1924 Ağustos'undaki Muallimler Birliği Kongresinde de öğretmenlere hitap ediyordu: ‘'Öğretmenler: Yeni kuşağı , Cumhuriyetin özverili öğretmen ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz. Yeni kuşak sizin eseriniz olacaktır. Eserin değeri, sizin ustalığınız ve özveriniz derecesiyle orantılı olacaktır. Yeni Türkiye'nin bir kaç yıla sığdırdığı askeri, siyasal ve yönetimsel devrimler sizin toplumsal ve düşünsel devrimdeki başarınızla doğrulanacaktır. Hiç bir zaman hatırdan çıkmasın ki Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür kuşaklar bekliyor''.

Şerafettin Turan çeşitli konuşmalara ve demeçlere dayanarak, Cumhuriyet'in ilk yıllarında yetiştirilecek kuşakların şu nitelikleri taşıması gerektiğini belirtiyor ( Turan III – II,70): ‘' a) Geçmişin boş inanlarından – hurafelerde -arınmış, b) Müsbet – pozitif – bilimlerin temellerine dayanan,b) Güzel sanatları seven , d)Düşüncesi, vicdanı, bilgisi ve kültürü hür, e)Ülke sorunlarının ideolojisini anlayacak , anlatacak  ve kuşaktan kuşağa aktaracak, f)Bilinçli cumhuriyetçi, bilinçli demokrat, bilinçli, laik, g)Düşün eğitiminde olduğu kadar , beden eğitiminde de yeteneği artmış ve yükselmiş, erdemli ve güçlü bir gençlik''

Darülfünun – Ünversite – Türkiye'de 1870'de açıldı. Üç kez açılıp kapandıktan sonra 1900 yılında sürekli öğretime geçmişti. Bu üniversitede dört medrese – fakülte -  bulunuyordu: hukuk, tıp,edebiyat ve fen idi. Ankara hükümeti üniversiteyi devir aldıktan sonra orada da reform hareketine başladı. Eğitim Bakanı Mustafa Necati TBMM'nin 23 Mayıs 1926 günkü oturumunda  Cumhuriyet'in üniversiteye bakış açısını şöyle anlatmıştı (Turan III -II, 73): ‘' Üniversite, doğrudan doğruya bağımsız bir kurumdur. Ulusun manevi gücünün temsilcilerinden biridir. Kabul etmek gerekir ki üniversite denen kurum, doğrudan doğruya Milli Eğitim Bakanlığının buyruğu altında bir kurum değildir. Eğer gelişigüzel herhangi bir kişi üniversite kurumuna şu biçimde, bu biçimde davranın diye buyruk verecek olursa, orada üniversite yok demektir''…''Kurumların hukuk ve yetkisini korumak, doğrudan doğruya o kurumları yaşatmak demektir. Bir ülkede üniversite bağımsız yaşar ve öğretim bakımından , profesörlerin görüşleri alınarak genel çizgiler çekilirse,o vakit üniversitenin gerçek verimlerini kabul etmek gerekir. Yoksa üniversite rektörünün , üniversite kurulunun ve üniversite divanının yaptığı program gelişigüzel bir bakanla bozulacak olursa, o üniversite gerçek ödevini yapmış olamaz…''

Üniversite reformunu yapmadan önce, reformun nasıl yapılacağı konusunda araştırma yapmak için,  Milli Eğitim Bakanı  Dr. Reşit Galip tarafından 1931'de İsviçre'de Cenevre Üniversitesi'nden pedagoji profesörü,daha önce rektörlük de yapmış, pedagoji dünyasının  çok yakından tanıdığını Prof.Alberti Malche çağrıldı. Malche 1932 başlarında Türkiye'ye geldi. 29.5.1932'de ilk raporunu verdi. 1933 Mayıs'ından 1934 ilk baharına kadar sürecek ikinci bir ziyaret  daha  yaptı. Onun raporlarına  göre  üniversitede 1932'de 88 profesör, 36 doçent, 44 lektör, okutman, 72 asistan olarak 240 öğretim elemanı ve 2.500 öğrenci vardı. Profesörlerin 13'ü  İlahiyat Fakültesi'ndeydı fakat fakültenin hiç bir öğrencisi yoktu. Malche'nin önerileri çerçevesinde  darülfünun yerine yeni bir üniversite kuruldu. Nazi Almanyası'ndan kaçan bir çok profesör üniversitede görevlendirildi.  Bir çok yeni kürsüler açıldı.1936'da İktisat Fakültesi  üniversiteye katıldı. İstanbul Üniversitesi kurulurken Dr. Reşit Galip bakanlıktan ayrıldı. Yerine Hikmet Bayur  getirildi. Cumhuriyet'in 10. Yılında  üniversiteye 4 Mart 1934 tarihinde İnkılap Tarihi Enstitüsü eklendi.

1933 – 1945 arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde mülteci Alman ve Avusturyalı öğretim üyesi  ve bilimsel araştırma yapan eleman sayısı 47 idi: 16 ordinaryüs profesör,3 profesör,20 asiastan, 8 bilimsel araştırmacı vardı. Yeni üniversitede  bir çok kliniğin yanısıra , Patolojik Anatomi, Genel ve Deneysel Patoloji, Fizyoloji, Hijyen,Mikrobiyoloji,Biyokimya, Fizik,Kanser Araştırma Histoloji, Tıp Tarihi ve Adli Tıp enstitüleri açılmıştı (Widmann,121). Fen fakültesinde , Matematik , Astronomi Fizik, Kimya, Biyoloji, ve Jeoloji bölümleri açıldı. Alman ve Avustrayılı mülteci ve yabancı 22 ordinaryüs ve profesör 22 ve 9 asistan istihdam ediyordu (Widman, 160).Fen Fakültesinde Felsefe, Tarih,Coğrafya, Arkeoloji, Romanoloji, İngiliz Filolojisi, Germanistik, Şarkiyat, Klasik Filolojisi, Psikoloji ve Pedagoji ve Asya Dilleri bölümleri  kuruldu ve daha sonra Kütüphanecilik ve Estetik ve Sanat bölümleri  eklendi.. (Widman ,163). Fen fakültesinde Alman ve yabancı 10 ordinaryüs, 3 profesör, 1 doçent , 11 öğretim görevlisi çalışıyordu. Hukuk ve İktisat fakültelerinde  Alman ve Avusturyalı 10 ordinaryüs, profesör ve doçent görev almıştı (Widman,204).  İstanbul Üniversitesi'nde toplam 98 yabancı hoca göreve getirilmişti. Ayrıca sonradan adı İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık bölümü olan Yüksek Mühendislık Mektebi'nde ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde de Alman ve başka yabancı   5 profesör görev almıştı.  1933 -1945 yılları arasında Ankara akademik kuruluşlarında ise 43 Alman ve Avusturyalı mülteci  hoca çalışmıştı: Ankara Devlet Konservatuarında 21, Ankara Dil Tarih Coğrafya fakültesinde 6, Numune Hastanesinde 8, Hıfzısıhha Enstitüsü'nde 2, Yüksek Ziraat Enstitüsü'nde 4 ve Siyasal Bilgiler Fakültesinde 2 yabancı öğretim görevlisi çalışmıştı .(Widman,269).

Türkiye'ye güvenli buldukları için iltica etmiş akademisyenlerin çoğu uluslararası ünü olan bilim adamlarıydı.. II. Dünya Harbi sonrasınd bazıları kendi ülkelerine  bazıları da ABD ve başka ülkelere gitmişler , oralarda önemli birer bilim adamı olarak , kendi konularında tarihe geçmişlerdi. Avrupa'nın kasıp kavrulduğu , diktatörlüklerin Avrupa'yı baştan aşağı sardığı bir dönemde Türkiye'nin onlara  çalışmalarında hür bir çalışma ortamı vermesi ve değerlendirmesi Atatürk Rönesansı'nın bir başka yanıydı

1930'ların dünyası ufukta belirmekte olan büyük savaşın ayak sesleri ile sarsılırken, yeni Türkiye Cumhuriyeti , çağdaşlaşmada devrimsel adımlar atmaktaydı. ‘'Kemalizm Türkiye Cumhuriyetinin ideolojik inancıydı. Bu inancın dünyevi işleri kavrayışı Avrupalıdır, ama temeli Türk'tür. Kemalizm bir yandan Türk milletinin tarihindeki yeniden doğuş, öte yandan da kültür tarihinin çağımız ve zamanımızın şartları açısından bir eleştirisiydi.

Devrimler Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurum'unun kurulması ile devam etti. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Atatürk'ün  bu kurumları kurmasının nedenini şöyle açıklamaktadır: ‘'Tarihimizin hudutlarını enginleştirmek hareketiyle hem Kemalist inkılabın en şumüllü bir izahını yapmak , hem de bu inkılabın köklerini üstünde yaşadığımız toprağın en derin tabakalarına saplamak, hem de Türk milletinin asaletini şüphe götürmez şecerelerle ispat etmek istemiştir. ( Karaosmanoğlu,92).

Her iki kurumu da yakından destekleyen İsmet İnönü 31 Mart 1939'da Tarih kurumu ile ilgili olarak yaptığı konuşmada ‘'Kurumun, kırk yıllık hurafeler ve sabit fikirler karşısında duraksamadan gerçekleri söylemek cesaretini korumasını isteriz'' diyordu.

Atatürk Dil Devrimi ilgili olarak şöyle demişti: ‘'Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, mill hissin gelişmesi için başlıca etkendir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki dil bilinçle işlensin …Ülkesini ,yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.'' Dil devrimi ile, Türkçeyi yabancı dillerin etkisinden kurtarmak, halkla yönetenler arasında iletişimi  ve okuma yazmayı  kolaylaştırmak, dili zenginleştirerek güzelleştirmek, düşünceyi kolaylaştırmak ve yaratıcılığı arttırmak ,Türkçeyi bilim ve kültür dili düzeyine çıkarmak amaçlanmıştı.( Turan III – II,103)


Bu yazı 404 defa okundu.


Yorumlar


Ad Soyad E-Mail
GÜNDEMSİYASETMANŞET HABEREKONOMİSPORRÖPORTAJLAR YAZARLAR ARŞİV

KONUMUMUZ

Altıeylül / Balıkesir

ADRES

Altıeylül Mah. Çiğdem Sok. İnaler İş Mrk.No: 8 1/1 Altıeylül / Balıkesir
MND Ajans
©2020 | Tüm Hakları Saklıdır
MND Ajans